Ateş Ve Gölge
Yağmur, İstanbul’un eski taş sokaklarını döverken, Arda bir kafede oturmuş kahvesini karıştırıyordu. Gözleri dışarıdaki yağmur damlalarını izliyor, zihni ise yıllar öncesine savruluyordu. Her şeyin başladığı ve bittiği güne... İçindeki sessiz savaşın içinde kaybolmuştu ki, kapının açıldığını duydu.
İçeri giren kadını görür görmez zaman durdu. Ela…
Islak saçları omuzlarına dökülmüş, koyu mavi gözleri, karanlık bir okyanusun derinlikleri gibi bulanıktı. Bir an duraksadı, sonra gözleri Arda’yı buldu. Göz göze geldiklerinde, ikisi de içlerinde kabaran fırtınayı hissetti. Yılların getirdiği mesafe, şu an aralarındaki birkaç adımdan ibaretti.
Ela yavaşça yaklaştı, ama gözleri kaçamak bir haldeydi.
— “Merhaba, Arda.”
Arda, içinde yükselen duyguları bastırarak bir sigara yaktı.
— “Yıllar sonra dönüp bir ‘merhaba’ diyeceğini hiç düşünmemiştim.”
Ela derin bir nefes aldı. Yağmur damlaları hâlâ paltosundan süzülüyordu. Çekingen bir hareketle karşısına oturdu.
— “Beni görmek istemediğini biliyorum.”
— “İsteyip istememek meselesi değil, Ela. Asıl mesele, neden burada olduğun.”
Ela bir an sessiz kaldı. Parmakları bardağının etrafında gezinirken, bakışlarını kaçırdı.
— “Sana bir açıklama borçluyum.”
— “Beni terk ettiğinde bunu düşünebilirdin.”
Ela derin bir nefes aldı.
— “Biliyor musun, bazen birini sevmek yetmez, Arda.”
— “Ne demek bu?”
— “Bazen aşk yetmez. Biz... Çok fazlaydık. Çok yoğunduk, çok tutkuluyduk. Sen ateştin, ben gölgeydim. Ve ben...sanırım yanmaktan korktum.”
Arda sigarasından derin bir nefes aldı, gözlerini onun gözlerine dikti.
— “Aşka inanmıyor musun, Ela?”
— “Aşka inanıyorum. Ama bazen aşk, insanı yıkar.”
Sessizlik aralarına çöktü. Dışarıda yağmur daha da şiddetlenmişti. Arda’nın kalbi, yıllardır bastırdığı öfkeyle çarpıyordu. Ama öfkenin altında, bastırılmış bir özlem de vardı.
— “Peki, neden şimdi buradasın?”
Ela gözlerini kaldırdı. İçinde, pişmanlığın ve arzunun izleri vardı.
— “Seni unutamadım.”
Arda kahkaha attı ama içinde acı vardı.
— “Unutmak mı? Unutmak bizim gibi insanlar için lüks, Ela. Sen gittiğinden beri her yağmurda seni hatırladım. Her rüzgâr estiğinde kokunu duyumsadım. Her gece, uykularımda adını fısıldadım. Sen beni terk ettin, ama ben seni hiç terk edemedim.”
Ela’nın gözleri doldu ama ağlamadı. Her zaman olduğu gibi, güçlü durmaya çalışıyordu. Ama sesi titredi.
— “Arda… Çok pişmanım.”
Arda başını eğdi. İçinde kopan fırtınalar dışarı taşmak istiyordu ama bunu yapamazdı. Ona bir kez daha inanırsa, bir kez daha yanardı.
— “Benim içimde artık sana yer yok, Ela.”
Ela hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme, içinde kırıklıklar taşıyan bir gülümsemeydi.
— “Bana yalan söyleme, Arda. Beni seviyorsun.”
Arda derin bir nefes aldı, yine gözlerini ona dikti.
— “Evet, seviyorum. Seni her zaman sevdim. Ama sevgi, bazen affetmek için yeterli değildir.”
Ela gözlerini kaçırdı. İçinde bir sızı büyüdü. Yıllar önce, onu bırakıp giderken en çok korktuğu şey, şimdi gerçekleşiyordu. Arda, onu affetmiyordu.
Ayağa kalktı, çantasını omzuna astı.
— “Beni affedemez misin?”
Arda gözlerini kısmış, dudaklarını sıkıyordu. Bir yanı, elayı kollarına alıp bir daha bırakmak istemiyordu. Ama diğer yanı, yaralarının hâlâ kanadığını hatırlatıyordu.
— “Affetmek kolay olurdu, Ela. Ama seni affedersem, yine gider misin diye korkarım.”
Ela bir adım attı. Yüzünü ona yaklaştırdı. Nefesi, tenine değdi.
— “Bu sefer gitmem.”
Arda gözlerini onun gözlerinde gezdirdi. İçindeki fırtına, aşkın ve öfkenin savaşına dönüşmüştü. Sonra bir anda, Ela’yı yakaladı ve dudaklarına yapıştı. Öfke ve özlem birbirine karıştı. Öpüşleri, geçmişin yaralarını sarar gibiydi ama aynı zamanda yeniden açıyordu.
Ela hafifçe geri çekildi.
— “Yanmayı göze alabilir misin, Arda?”
Arda gözlerini kapattı. Kalbi, kafasından daha güçlüydü.
— “Zaten çoktan yanmaya başladım, Ela.”
Ve bu kez, ne Arda ne de Ela kaçtı. Çünkü bazı aşklar, yok olmaya değil, küllerinden doğmaya yazgılıydı...




🥰