Sebepsiz
Saat sabahın dokuzuydu. Bugün aslında büyük bir gündü onun için. Uzun yıllar sonra bir zamanlar sıkı dost olduğu Leyla ile buluşacaktı Deniz. Ortaokulda aynı sınıfta olmaları bağlarını yeşertmişti. Zamanla ne kadar kafa dengi olduklarını fark edip kısa zamanda yakın arkadaş olmuşlardı. Hayatın acısını, tatlısını beraber kucaklamışlardı. Öyle ki lisede farklı okullarda olmalarına karşın dostlukları hiç eksilmemişti. Herkesin imrenerek parmakla gösterdiği bir arkadaşlıktı onlarınki.
Ne var ki üniversitede yolları ayrılmıştı Deniz ve Leyla’nın. Her ne kadar uzakta olsalar da birbirlerinden, Deniz Leyla’nın onu unutmayacağını biliyordu. Lisede de böyle olmuştu ancak her ne zaman Deniz Leyla’ya ulaşmaya çalışsa bir türlü konuşamıyor, hasret gideremiyordu onunla. Ya hep kafasını kaşıyacak vakti yoktu ya da gelişigüzel bir şekilde sohbet edip, sesinde özleme dair hiçbir kırıntı olmadan telefonu sonlandırıyordu Leyla. Deniz ilk başlarda, “Herhalde yeni ortam olunca alışmaya çalışıyordur. Belki gerçekten yoğundur.” diye düşünüyordu ancak zamanla durumun öyle olmadığını anladı.
Leyla’dan gelen telefonlar günden güne azalıyordu. En sonunda Deniz’i ne arıyor ne de ona sesli bir mesaj bırakıyordu. Yeni arkadaşlık edinmiştir muhakkak ama Deniz’i unutturacak kadar mı? Bunu sormadan edemedi Deniz. Halbuki farklı liselerde de olsalar sık sık telefonlaşırlar, edindikleri yeni dostluklardan bahsedip yaşadıkları maceraları birbirlerine anlatırken kıkırdamadan duramazlardı. Şimdi ne olmuştu da durum bu hâle gelmişti? Deniz, ikisinin arasına kara kedi girecek kadar ne yapmış olabilirdi ki? Hiçbir şey elbette. O da biliyordu cevabı ancak böylesine sebepsiz, tek bir açıklama yapmadan uzaklaşmak anlaşılması güç geliyordu ona.
Üniversiteden mezun olduktan üç yıl sonra Deniz, ofisinde çalışırken bir anda mailinden bir mesaj gördü. İsim yazmıyordu ancak mailin kimden geldiğini gayet iyi biliyordu. Leyla yazmıştı. Midesinde acı bir ağrı hissetti. Boğazı yanıyordu. Yanlış gördüm herhalde… diye düşünerek tekrar maile göz attı ancak yanlışlık yoktu. Bu oydu. Laptopunun yanındaki şişe sudan büyük bir yudum aldı. Onca yıldan sonra… O zaman da mail atabilirdi bana. Neden şimdiydi tüm bunlar? diye içinden geçirdi. Derin bir iç çekti ve okumaya başladı:
“Merhaba eski dostum,Biliyorum uzun zaman oldu seninle konuşmayalı ve hiçbir şey demeden çekip gidip arkadaşlığımızı askıya alalı. Belki de bu askının ipi koptu bilmiyorum ancak seninle buluşmayı gönülden arzuluyorum.Yarın öğleden sonra ikide Sanat Kafe’de buluşalım.Not: Hangi şehirde olduğumu nereden biliyor diye soracak olursan Derya’dan öğrendim. Ben de birkaç günlük ara için oraya gelecektim zaten.Sevgiler,Leyla.”
Derya… Bizim ortak arkadaşımız. Derya’dan öğrenmiş demek ve onun için buraya gelecek. Daha doğrusu zaten gelecekmiş. Her neyse, ne fark eder ki? Sonuçta gelecek.
İşte bugün de bir çırpıda yataktan kalktı. Karnında hayatına geçmiş sayfalardan gelecek biriyle buluşmanın heyecanı, bir o kadar da endişesi vardı. Kahvaltı yapacak iştahı pek yoktu. Hazırlanıp mutfağa girdi, kendine bol köpüklü bir Türk kahvesi hazırladı. Karnının gurultusu umrunda değildi; zira Leyla’nın sözleri karnını ziyadesiyle dolduracaktı. Ya da öyle umuyordu.
Boğazında bir yumru vardı sanki. Bir yudum su içtikten sonra kafenin yolunu tuttu. Hemen yürüme mesafesindeydi. Bu kafeye zamanında beraber çok gitmişlerdi ve şimdi yine yeniden mekanlarında buluşacaklardı. Kafenin kapısından içeri girdi. İçerisi fazlasıyla kalabalıktı. İnsanlar kahve siparişi vermek için kuyruk oluşturmuşlardı olağanca aceleleriyle. Arkada boş bir masa gözüne ilişti ve oraya oturdu.
İnsanları seyretmeye başladı. Herkesin telaşı da bir farklıydı. Kimisi işe yetişmeye çalışıyor, kimisi de amfideki dersine. Hayat, diye içinden geçirdi Deniz. Gerçekten de garip. Sizi ummadık zamanda, unutulmaya yüz tutmuş bir bağ ile tekrar bir araya getirebilir.
Böyle düşüncelere dalmışken kapı olanca gücüyle açıldı ve içeri giren Leyla’ydı. Uzun, parlak siyah saçları Deniz’e göz kırpıp, beyaz sade elbisesiyle onu selamlıyordu. Hiç değişmemiş… diye düşündü Deniz. Aynı parlak siyah saçlar, aynı kahverengi gözler ve aynı Leyla.
Gözleriyle kalabalığı tararken Deniz’i gördü ve hemen masaya yöneldi.
“Beklettiysem kusura bakma Deniz.”“Yok, bekletmedin. Ben de az önce gelmiştim zaten.” diye cevapladı Deniz.
Bir süre ayakta öylece durdular ve en sonunda sarıldılar. Sanki nasıl sarılır unutmuş gibilerdi. Deniz, eskisi yakınlığın ve sıcaklığın olmadığının farkındaydı. Bunu cidden özlemişti ancak Leyla’ya belli etmeden:
“Eee, nasıl gidiyor bu aralar?” diye sordu.“Aynı sıkıcı hayat aslında. İşten eve, evden işe… Bilirsin.”
Evet, bilirdi. Onun hayatı da çok farklı değildi neticede.
Bir süre sessiz kaldılar ve bu sessizliği bozan Leyla oldu:
“Biliyorum, belki de bana kızgınsın, dargınsın ve bu dargınlığını anlıyorum. Haklısın. Ancak üniversiteden sonra ne oldu bilmiyorum. O eski samimi dostluğumuz nereye gitti, bize ne oldu bilmiyorum. Evet, farkındayım yaptığım hatamın. Seni bir kez olsun aramadım. Mesaj göndermeye bile tenezzül etmedim. Sen aradığında geçiştirdim. Hepsinin farkındayım. Lakin inan bana bilerek, isteyerek yapmadım tüm bunları. Evet, yeni dostluklar edindim vesaire ama bunun bu durumla ilgisi yok. Sadece ben… Ahh Deniz! Ben bilmiyorum. Ne diyeceğimi ya da dostluğumuzu bu hâle getiren sebebin ne olduğunu cidden bilmiyorum. Belki de ben değiştim.”
O sırada Deniz:
“Sen hep aynıydın Leyla. Hiç değişmedin. Seni kapıda gördüğümde bile o saçların, bakışların aynıydı. Bazen bir şeylerin olması için bir nedene ihtiyaç yoktur. Sebepsizce de gidebilir bir insan; âşık olabilir ya da aynı bizim sıkı dostluğumuz gibi dostluklar kurabilir. Sebepsizce inşa edebildiği gibi, bir nedeni olmaksızın da o inşayı yıkabilir kişi.”
Elini Leyla’nın eline koyarak, dostane bir gülümsemeyle onun endişesini teskin etti.
“Ben yıkmak değil, arkadaşlığımızın ölen tohumlarını yeniden yeşertmek istiyorum.” dedi Leyla.“Bizim dostluğumuz hiçbir zaman ölmedi ki Leyla. O hep buradaydı. Bizimleydi ve hep bizimle olacak. Bugün bunu cilalatmamızı istiyordu, o kadar.” diye cevap verdi Deniz tebessümle.
Leyla anlayışla başını salladı ve önlerinde enfes kokan elmalı turtanın tadını çıkardılar.
Daha fazla bu konuda konuşmaya gerek kalmamıştı; zira her ikisi de neden buluştuklarını gayet iyi anlamışlardı.



